Seçim sonrasının dinamikleri
Yazan: cemilertem
27 Mart 2009
Yerel seçimler Türkiye için çok ilginç bir tarihe denk geliyor. Seçimlerden hemen sonra, nisan ayı içinde, iki önemli küresel zirve var. Birincisi G-20 liderler toplantısı. Bu toplantı da kriz sonrasının yeni işbölümü çerçevesi konuşulacak. İkinci önemli küresel buluşma noktası ise NATO’nun 60. kuruluş yıldönümü toplantısı. NATO zirvesi aynı zamanda bir “AB’nin geleceği nasıl olacak” toplantısı da olacak. Fransa, tam 43 sene önce, 5. Cumhuriyet’in kurucusu De Gaulle’ün kararıyla NATO’nun askerî kanadından ayrılmıştı. O zaman Fransa, çok açık olarak, Sovyetler-ABD arasına sıkışmayacağını, Avrupa’dan ayrı ve daha önemli –bağımsız- bir güç olduğunu anlatmak istemişti. Şimdi Fransa NATO’nun askerî kanadına dönme hazırlığında. Bu hazırlığın anlamı NATO zirvesinde daha da belirginleşecek.
Ama Sarkozy kısaca şunu demek istiyor: “Fransa, küresel yeniden yapılanmada önemli bir rol üstlenecektir.” Bağımsız ve güçlü ulus modelinin en önemli temsilcisi olan Fransa bu modeli artık tarihe havale ediyor. Fransa’nın NATO isteği, Virginia-Norfolk’taki NATO üssüne, 800 Fransız askerinin yerleştirilmesinden ibaret değil. Sarkozy, kriz sonrası yeniden yapılanmada, olası ABD boşluğunu ve bu boşluğun Türkiye’nin de içinde bulunduğu güçlü Asya ülkelerince doldurulacağını gördü. NATO, küresel kapitalizmin gelecekteki küresel askerî gücüdür. Ulusal orduların giderek küçüleceği ve envanterlerini tümüyle NATO’ya devredecekleri yeni güvenlik konsepti nisan ayındaki zirvede oluşmaya başlayacak.
Bu anlamda NATO artık soğuk savaş zamanından bile daha önemli bir yapı olarak yeniden doğuyor. İşte Sarkozy’nin NATO isteği bu anlama geliyor. Ve bu istekteki örtülü amaç, aralarında Türkiye ve Rusya’nın da bulunduğu birçok “yeni dönemin güçlü” ülkesini de rakip olarak görüyor. Şimdi Rusya’nın G-20 zirvesindeki en önemli çıkışı, yeni bir küresel mali sistem önerisinin ilk adımı olan, küresel yeni para önerisi olacak. Rusya’nın gerekçeleri hazır: “Doların karşılığı yok; doları şimdiye değin ABD’nin askerî gücü ayakta tuttu. Bu kriz sonrası kimsenin ABD’nin jandarmalığına ihtiyacı olmayacak. Euro’nun ise arkasında devlet, dolayısıyla savunma gücü yok. AB’nin topyekûn savunması halledilmeden, AB kaynaklı bir küresel para birimi hayal.”
Ancak şimdi başta Fransa olmak üzere, merkez Avrupa’nın bu teze yanıtı var: “ NATO, artık Avrupa’nın savunma gücü.” Ama NATO aynı zamanda küresel bir güçte. İşte bu çok önemli nokta bize yenidünya düzeninin nisan ayında kurulmaya başlayacağının işaretini veriyor.
Şimdi bu iki önemli zirveye Obama’nın Türkiye ziyaretini de ekleyin. G-20 ve NATO zirvelerinde küresel ekonomi ve güvenlik adımları atılırken, Obama, Irak’tan başlayıp Kafkasya’ya uzanan coğrafyanın sorunlarının “çözüm” sürecini başlatacak. Irak’ın yeniden yapılanması, Filistin-İsrail için iki devletli modelin ortaya çıkarılması, Afganistan ve İran “yumuşaması” Türkiye ziyaretinde gündeme gelecek. İran “yumuşamasında” Türkiye’nin yanı sıra Rusya da devrede olacak. İran’ın nükleer silah geliştirmekten vazgeçirilmesinin artık küresel mutabakatın bir parçası olduğunu Obama biliyor. Nitekim ABD bunun karşılığında Doğu Avrupa füze savunma sisteminden vazgeçmeye hazır. Tabii bu denklemin en önemli ayağı da enerji hatları. Enerji hatlarının inşası ve Avrupa’yla entegrasyonu Rus ve Kafkas enerji şirketlerinin küreselleşmesi, önümüzdeki dönemin önemli gündemleri arasında yer alacak. İşte bütün bu yeniden paylaşım ve inşa haritasında Türkiye’nin anahtar rolü var.
ABD küresel düzeni yönlendirmenin Asya’dan geçtiğini artık teslim etmiş durumda. Ayrıca krizden çıkışın ve kriz sonrasının yeni ekonomisi de buradan çıkacak.
Şimdi gelelim bütün bunlardan bizim için çıkacak sonuçlara: Birincisi: Türkiye, artık küresel sistemin askerî olarak NATO bağlamında, ekonomik ve siyasi olarak AB ve ABD ilişkileri çerçevesinde anahtar ülkesidir ve kriz sonrası yukarıda anlattığımız çerçevedeki kurumsallaşma oturdukça Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın ve regüle ettiği kurumların önemi artacaktır. İkincisi: Birinci sonuca bağlı olarak, Türkiye’de yerel seçimler sonrası yeni bir siyasi yapılanma dönemi başlayacaktır. Örneğin Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi siyasi partilerin gerçek anlamda sivil kurumlar olmamasıdır. Bu anlamda Türkiye’nin ekonomik olarak işsizlik, siyasi olarak Kürt sorunu ilk akla gelen sorunları arasındadır ama bence CHP de Türkiye’nin en önemli sorunudur. Şimdi, eğri oturalım doğru konuşalım; yukarıdaki “yenidünya düzeni” çerçevesinde, Türkiye gibi bir ülkede Baykal’ın CHP’si yalnız bu memlekette yaşayanlar için değil, insanlık için de saatli bir bomba değil midir?
İşte bundan dolayı seçim sonrası Türkiye’de gündem CHP ve Baykal operasyonuyla başlayacak. CHP yenilenmesi Türkiye için tabii ki kolay değil. Bu değişim, her şeyden önce, politik bir yeniden yapılanmayı beraberinde getiriyor.
Obama hemen seçimden sonraki ilk hafta, 6-7 Nisan tarihinde geliyor. Zaten Erdoğan, Irak’tan Amerikan askerlerinin çekilmesinde, Türkiye’nin kapılarını açacağını söyleyerek, “hoş geldin” mesajı yolladı bile. Obama’nın ziyaretiyle Kıbrıs, AB ilişkileri ve Kürt sorununun nihai çözüm çerçevesi de Türkiye’nin önüne gelecek. Bu üç dinamik birbirine bağlı ve Türkiye’nin hem G-20’de hem de NATO’da yeni rolünü belirleyecek önemde.
Seçim sonrası, bu alanlarda çok önemli ve hızlı gelişmelere tanık olacağız.
Çünkü Türkiye, bu üç alanı çözmeden kendi doğusuna yönelemez. Gazze savaşı, Ortadoğu’daki denklemi İsrail aleyhine ve İran lehine bozdu. Bunun için Türkiye’ye her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Yeni dönemde, Türkiye, Irak’tan başlayarak İran’a kadar Ortadoğu’da Amerika’nın silah zoruyla yapamadığını ya da yarım bıraktığını yapmaya çalışacak. Örneğin Gül’ün şimdilerde gerçekleşen Irak ziyareti, kuzeydeki enerji kaynaklarını Avrupa’ya bağlamanın yanı sıra, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle “iyi” ve “resmî” ilişkilerin kurulup geliştirilmesini amaçlıyor.
Talabani’nin İstanbul’da verdiği mesajlar Gül’ün ziyaretinin altyapısını oluşturdu. Şimdi sıra PKK’ya silah bıraktırma çabalarına geldi. Yerel seçimlerde doğudaki belediyelerin nasıl paylaşılacağı da bu süreci etkileyecek. Obama ziyareti sonrası bu alanda çok önemli ve şaşırtıcı gelişmelere hazırlıklı olalım. Ama bu süreç aynı zamanda çok provakatif gelişmelere de sahne olacak. Seçimlerde, DTP’nin gücünü yitirmesi olasılığı çok güçlü. Seçim sonrası DTP’nin önünde iki yol var; ya “İmralı’ya özgürlük” gibi dar-kısır, yönlendirilmeye çok müsait –provokatif- alana sıkışacak; ya da soldaki boşluğu doldurmak üzere, Türkiye partisi olmak için, demokrasi cephesinin bir parçası, unsuru olmayı seçecek. DTP’nin birinci yolu seçmesini isteyenler belli. “Derin” güçler Kürt muhalefetini bu kısır ve provokatif alana doğru itmeye başladı bile. Zaten Türkiye’de en önemli sorun da bu. Türkiye’de muhalefet iktidarda olanın gerisinde. Onun attığı adımları okuyamıyor. Böyle olunca “karanlık-derin” olan muhalefeti yönlendiriyor. Hatta bu güçler, şimdi olduğu gibi, “muhalefetin” önemli bir kısmını temsil ediyor, onun yerine geçiyor. Böyle olunca Türkiye’nin “sol” tarafı, bu kriz sonrası, Türkiye’nin misak-ı milli sınırlarına sıkışmış, kavruk bir ülke olmayacağını göremiyor. Aslında yalnız Türkiye değil, Türkiye’den başlamak üzere Asya’nın bütün “gelişmekte olan” ülkeleri bölgesel güç olacaklar/oluyorlar. Bu anlamda G-20, nisan ayındaki toplantıdan sonra, kurumsal bir karar organı olma doğrultusunda adım atacak. Küresel kapitalizm, tek bir hegemon devletin yönlendirmesinden çıkıp, çoklu mutabakat yönetimine geçiyor.
Bu aynı zamanda dünya devletine giden yolun başlangıcıdır.
İşte Türkiye’nin yıllardır başını ağrıtan ve şimdi hızla çözülmeye başlayan, Kürt sorunu, Kıbrıs, AB ilişkileri meselelerini bu başlangıç açısıyla okumalıyız. Şimdi Gül’ün Irak ziyareti, Doğu’nun enerji hatlarını Avrupa pazarına Türkiye üzerinden bağlama ziyareti olduğu kadar, bir bölge barışı ziyaretidir de. Ve bu ziyareti Obama 6-7 nisanda tamamlayacak.
Nisan ayında tabii ki bu üç küresel gelişmenin yanı sıra Anayasa tartışmaları da gündeme gelecek. Aslında Türkiye’de Anayasa sorunu siyasetin sivilleşmesi sorunudur. Bu anlamda Anayasa tartışmaları oldukça politik tartışmalar olarak gündeme oturacak. Anayasa’nın değişmesi süreci, siyasi partilerin, özellikle muhalefetin, yeniden yapılanması ile birlikte yürüyecek. Çünkü 12 Eylül Anayasası’nın çöpe atılmasına direnen bir “sol” bugün karşımızda. Siz bakmayın bazılarının 12 Eylül mağduru olup, Darbe Anayasası’na karşı çıkar görünmesine, aslında onlar var olan rejimi savunuyor ve yürürlükteki Anayasa’yı teminat olarak görüyorlar. Ancak küresel denklemler, Türkiye’nin 12 Eylül Anayasası’yla devam etmeyeceğini çok açık olarak gösteriyor. Siyasi partilerin yeniden yapılanması, seçim sistemi, demokratik katılım, kurumsal yapıların düzenlenmesi ve bütün bunlara bağlı küresel entegrasyonun gereği, bu değişimin hemen olması gerektiğine işaret ediyor. İşte bundan dolayı, seçim sonrası, küresel kriz sürecinde, başta CHP olmak üzere, Türkiye muhalefeti –solu- yeni bir başlangıç yapacak. CHP, eğer Baykal yönetimini çözecek ve tasfiye edecek bir dinamiği bulamazsa, çok kısa sürede bir Turgut Sunalp ya da Necdet Calp partisine dönüşüp, Baykal ve ekibiyle birlikte eriyecek. Ama kesin olan, Türkiye’nin bu kriz sonrası gerçek bir sol ve sosyal-demokrat dinamikle tanışacak olması.
Yer imleri